Emevi Halifesi Süleyman bin Abdülmelik Medine-i Mü- nevvere’ye gelince: "Burada Ashâb-ı Kirâm'ın devrine erişmiş bir kimse var mıdır ki görüşüp bir miktar sohbet edeyim?" diye sordu. Medineliler:
Nasîhat: vaaz, öğüt demektir. Yani bir kimseyi, ıslâhına vesîle olan şeye davet etmek ve maddeten, manen zarar göreceği halden sakındırmaktır. Nasîhat dinlemeyen kimse, verilen faydalı ilacı kabul etmeyen hastaya benzer. Nasîhat, söz ve fiillerinde ihlâsı araştırmak ve nasîhat ettiği kimsenin ıslâhı için bütün gayretini sarf etmektir.
Hadîs-i Kudsî’de buyuruldu:
“Kulum bana farz kıldıklarımı işleyerek yaklaştığı kadar başka şeyle yaklaşamaz. Bundan sonra bana nâfileler ile yaklaşmaya devam eder, nihâyet ben onu severim. Nâfilelerden de nasihatten daha sevgilisi ile yaklaşmamıştır.
Ben kulumu sevdiğimde gören gözü, işiten kulağı, düşünen; anlayan kalbi, konuştuğu lisânı, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı mesâbesinde olurum. (Yani: Gözü, kulağı, kalbi ve lisanı, eli ve ayağı hep benim razı olacağım amelleri işler.) Bana duâ etse duâsını kabul ederim, benden ne istese ona veririm. ”
Nâfilelerin Allâhü Teâlâ’ya en makbulü Allâh rızâsı için nasîhattir. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki:
“Muhakkak Allâhü Teâlâ’nın bazı kulları vardır ki Allâhü Teâlâ’ya olan yakınlıkları ve makamlarının yüceliği sebebiyle peygamberler ve şehîdler onlara gıbta ederler. Hâlbuki onlar peygamber ve şehîd değillerdir.” Ashâb-ı Kirâm sordular:
“Onlar kimlerdir, Yâ Resûlallâh!” Buyurdular ki:
“Allâhü Teâlâ’yı kullarına sevdirenler, kullarını Allâhü Teâlâ’ya sevdirenler, yeryüzünde Allâh rızâsı için nasîhat ederek dolaşanlardır.” (Menâzilü’l-Kurbe, Hakîm Tirmizî)
Nasîhat, amelde ihlâslı olmaktır. Sözde nasîhat, sadece hayırlı sözü konuşmaktır. Hadîs-i şerîfte -üç defa-: “Dîn nasîhattir” buyuruldu. Ashâb “Kim için, Yâ Resûlallâh?” dediler, “Allâh ve Resûlü için” buyurdular.
Allâh ve Resûlü için nasîhat, onlara îmân ve emirlerine itâat etmek, sevdiğini Allah'ın rızâsı için sevmek, sevmediğini de Allâh için sevmemektir. (Tefsir-i Ebu’s-Suûd)
BEHLÛL DÂNÂ’NIN HARUN REŞİD E NASİHATİ
Abbâsî Halîfesi Harun Reşîd (rah.), hac için Bağdad’dan yola çıktı. Kûfe’de birkaç gün dinlendikten sonra yola devam edilmesi emrini verdi. Küfe halkı onu uğurlamak için çıktılar. Behlûl Dânâ da onlar arasında idi.
Harun Reşîd (rah.) yanlarından geçerken Behlûl yüksek sesle:
“Ey Müminlerin Emiri, ey Müminlerin Emiri! diye seslendi. Harun Reşîd, hevdecin perdesini eliyle aralayıp baktı: “Buyur Behlûl, buyur!” dedi. Behlûl:
“Ey müminlerin emiri! Eymen bin Nâil, Kudâme bin Abdullah Âmirî’den rivâyet etti ki:
‘Ben Mina’da Resûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemi, kurban bayramı gününde şeytan taşlarken gördüm. Bir deve üzerinde idi ve altında eskimiş bir eğer vardı. Amma orada insanlara vurmuyorlar, itmiyorlar ve yoldan çekil, orda durma demiyorlardı. Ey müminlerin emîri! Senin de bu sefere giderken tevâzu göstermen, gurur ve kibir ile gitmenden daha hayırlıdır.’
Bunun üzerine Harun Reşîd ağlamaya başladı, öyle ki gözyaşları yerlere döküldü. Sonra dedi ki:
“Ey Behlûl! Allâh sana rahmet etsin, artır.” Behlûl: “Doğudan batıya hükmedjyorsun, bütün insanlar emrin altına girdi de ne oldu. Akıbet kabre gireceksin. Bugün rütbece üzerinde bulundukların senin üzerine topraklar atacaklar" dedi. Halîfe:
“Güzel söyledin, artır" dedi. Behlûl:
“Ey Müminlerin emîri! Allâhü Teâlâ bir adama mal ve güzellik verir, o adam da malı Allâh yolunda harcar, güzelliğinde de iffetli olur; namusunu korursa, Allâh katında salihlerden yazılır.” Halîfe:
“Bu da güzel, faydalı bir nasihattir. Bu iyiliğine karşılık sana şu kadar mal vereyim” deyince:
Behlûl, başını semâya kaldırdı ve sonra:
“Ey müminlerin emîri! Sen de ben de Allâhü Teâlâ’nın kullarıyız. O, senin rızkını verip de beni unutmaz” dedi. (Ravzu’r-Reyâhîn, İmâm Yâfiî)
ÜMMÜ SÜLEYM (R.Anha)
Peygamberimiz (s.a.v.): “Bir keresinde uyurken kendimi cennette gördüm. O sırada bir kadın (Ummü Süleym) bir köşkün yanında abdest almakta idi.” buyurmuştur.
Resûlullâh veda haccında başını tıraş ettiği zaman saçından ilk alan Ebû Talha oldu. Aldığı saçları Resûlullah’ın emri üzerine, saklaması için zevcesi Ümmü Süleym e teslim etti. (Tecrid-i Sarîh Tere, ve Meşâhiru’n-Nisâ)
Şunu bunu gammazlayanın sözüne sakın çarçabuk inanma. Çünkü gammaz ne kadar saf görünürse görünsün yine hilekardır.
Sakın seni yokluk ihtimali ile korkutarak ikram etmekten geri çevirecek cimri, ne zor ve ağır işlere karşı azmini gevşetici korkağı , ne de zulme saparak sana ihtirası iyi gösterecek hırsızlığı danışma meclisine sok
Sana müşavir olacakların en kötüsü senden evvel şerli kimselerle işbirliği yapmış ve onların suçlarına ortak olmuş kimselerdir .Böyleleri katiyen senin mahremin olmamalı çünkü bunlar canilerin yardımcıları ve zalimlerin dostlarıdır
Bu kitap verilmiş olanlardan murat ehli kitap olan Yahudi ve Hristiyan alimleridir. Bunların kendilerine kitap verilenler adıyla yad edilmeleri kendilerine Kuran verilmiş olan Müslümanların dahi böyle misaklarının alınmış bulunduğunu delalet yoluyla hatırlatır
Görülüyor ki Allah(c.c.)'a ahdı Misak veren ehli kitap alimleri basit bir menfaat karşılığında hakikatten ve sözlerinden dönmüşler dalâlete düşüp gadabi ilahiye dûçar olmuşlardır
Kuranı Kerim ile ikram olunan İslam alimleri bu yüce emaneti hiçbir menfaat beklemeden ve menfaate alet olmadan insanlara tebliğ vazifesi ile mükelleftir
Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerimde mealen:" Benim ayetlerimi bir kaç paraya değiştirmeyin ve benden sakının artık benden" (Sure-i Bakara 41)
Bu dinin garip anlarında hizmetine gören saltanatını sürmeden ölmez
- Hayır ölmeyecek bu dinin garip anlarında hizmet etti saltanatını sürmeden ölmez
Nitekim afiyet buldu kadı oldu Hadem u haşemi ile saltanat sürdü, atının üzengisini altından yapacak kadar servet ve saadete erdi
Bir mesele veya işte kat'i ilmi yakin hasıl etmedikçe onun nefsine veya ispatına dair bir söz söylemeyin çünkü bu bir zulüm olur"
Bir gün yaşlı bir kadın cennete girmesi için Resulullahtan dua talebinde bulunur. Resulullah Latife yollu "yaşlı kadınlar cennete giremez" buyurur kadın ağlamaya başlayınca Peygamberimiz şöyle buyururlar "yani yaşlı olarak cennete girmezler Çünkü orada genç olacaklar"
Ashaptan biri resulullahtan bir deve ister Peygamberimiz "sana bir deve yavrusu vereyim" der sahabi Ben deve yavrusunu ne yapayım deyince Resulullah sav şu Latif cevabı verir "her deve bir başkasını yavrusu değil midir"
1 itikat ve inançları düzeltmek
2 namazı vaktinde kılmak
3 şehevi istekleri unutmak
4 Allah'ın sıfatlarını bilmek
5 Allahu teâlâ'yı Dağdır ilahisini sevmek
- Falan kabiledenim ismim Matar künyem ebulfeyz pederimin ismi Fırat künyesi Ebûl-Gays validemin adı ümmül-bahr dır
Der demez soruyu soran :
- Öyle ise durda varayım bir yerden kayık tedarik edeyim der diğeri :
- Kayığı ne yapacaksın deyince de şu karşılığı verir :
- Senin gibi kendisi Yağmur babası Nehir anası Deniz bir adamla kayıksız yola çıkarsam suda boğulurum
22 yaşında bir meclis seçimini kaybetmiş
24 yaşında tekrar işinde başarısız olmuş
26 yaşında Karısı vefat etmiş
34 yaşında kongre seçimini kaybetmiş
36 yaşında tekrar kongre seçimini kaybetmiş
45 yaşında Senato seçimini kaybetmiş
47 yaşında Başkan Yardımcısı seçimlerini kaybetmiş
49 yaşında tekrar seçimlerini kaybetmiş
52 yaşında Amerika Birleşik Devletleri'ne başkan seçilmiş
Eğer yaşadıklarını başarısızlık olarak kabul edip mücadeleden vazgeçseydi Abraham Lincoln acaba başkan olabilir miydi
Kıyâmet günü bir kul hesâba çekilir. Cehenneme götürülmesi emredilir. Allâhü Teâlâ Cebrail (a.s.)'a emreder:
“Ona sor bakalım, dünyada iken bir âlimin meclisinde bulunmuş mu? Onun şefaati ile af edeyim.” Kul;
“Hayır" der. Allâhü Teâlâ Cebrail'e buyurur ki:
“Sor bakalım bir âlimi sevmiş mi yahut onunla bir sofraya oturmuş mu veya âlimin mahallesinde oturmuş mu?” Kul: “Hayır," der. Cenâb-ı Hak: "Onun ismi bir âlimin ismine uygun mu?” diye sorar. Kul; "Hayır” der. Allâhü Teâlâ Cebrail (a.s.)’a şöyle buyurur.
"Elinden tut, cennete koy. Çünkü o, âlimi seven bir adamı seviyordu. O âlimin ilmi bereketiyle onu da affettim."
Âlimleri dinleyerek istifâde etmek isteyenin yedi türlü kazancı vardır:
1 İlim öğrenen kişinin faziletlerine kavuşur.
2 Âlimin yanında oturmaya devam ettikçe dînini korumuş olur.
3 Evinden çıktığı zaman üzerine rahmet yağar.
4 İlim meclislerine inen meleklerin bereketi kendisine de erişir.
5 Dinlemeye devam ettikçe kendisine sevap yazılır.
6 Melekler kanatlarıyla onu kuşatır.
7 İlim meclisine giderken attığı her adım günahlarına keffaret ve derecesinin yükselmesine vesile olur.
Nimet , iyilik , lütuf , ihsan , saâdet , hidâyet manalarına gelir . Şükür ise görülen nimet ve ihsana minnet ve şükran ile mukâbele etmektir .
Nimetlere şükretmek , onu ikram eden Razzak'ın büyüklüğünü itiraf etmektir .
Bunlara karşı aldırış etmemek ise küfrân-ı nimettir .
İnsanlarda şükürde kusur etmelerinin sebebi ikidir . Biri nimetin çokluğunu bilmemektir . Çünkü Allah (c.c.) Teâla'nın nimetlerini hiç kimse sayamaz ve hesab edemez .
Nitekim Âyet-i Kerîme'de Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu meâlen : "Eğer Allah'ın (bunca) nimetini birer birer saymak isteseniz (ne mümkün?) siz (onları) icmâl suretiyle bile sayamazsınız "(Sûre-i İbrâhim 34)
Diğeri ise , kendisine verilen nimetin , nimet olduğunu bilmemektir . O nimet kendisinden ancak alındığı zaman büyüklüğünü anlar . Mesela gözü ağrımayınca veya görmeyecek hale gelmeyince onun bir nimet olduğunu bilmez ve şükretmez .
Bu kadar çok nimetlere ermiş olan insanın Allah (c.c.) Teâla'ya şükretmesi farzdır . Hâlıkmız'ın emrettiği bu şükürden meydana gelecek fayda insanın kendi lehinedir . Çünkü kul , şükretmekle Allah (c.c.) Teâla'nın rızasını kazanmış ve elindeki nimetin ziyadeleşmesini ve devamını temin etmiş olur .
Cenâb-ı Hak bir Âyet-i Ker'ime'de şöyle buyurdu meâlen :"Rabbiniz size şöyle ilan etmişti : Andolsun eğer siz şükrederseniz elbette size (nimetlerimi arttırırım . Fakat nankörlük ederseniz , muhakkak ki benim azabım şiddetlidir " (Sûre-i İbrahim 7)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder